4 bölümde Türkiye ve Osmanlıcılık
İran'ın eski Bakü Büyükelçisi Muhsin Pakayin, Fars'a sunduğu özel notta şunları yazdı: Erdoğan ve Türkiye Dışişleri Bakanı Fidan'ın, tarihin çarpıtılmasıyla birlikte neo-Osmanlıcılık yolunda ilerleme iddiaları ulaşılması mümkün olmayan bir hayalden başka bir şey değil.
Türkiye, Kıbrıs'ın iç işlerine karışmak veya Suriye'nin bazı kısımlarını işgal etmek gibi iddialı bölgesel iddialarını, Osmanlı hükümetini yeniden kurma ve "neo-Osmanlı" bir sistem yaratma bağlamında meşrulaştırıyor. "Kuzey-Osmanlı" sistemi yaratma hayalinin savunucuları, Türkiye'nin İslam dünyası, Kuzey Afrika ve Arap ülkelerindeki nüfuzunun yeniden tesis edilmesi gerektiğine, bu şekilde toprak işgalinin veya teröre destek verilmesinin caiz olduğuna inanıyorlar.
Bu not, Osmanlı hanedanına yönelik ciddi eleştirilere girmeden, yalnızca Türkiye'nin "yeni Osmanlıcılık" yaklaşımını 4 bölümde inceliyor.
1. Bölüm - İran Selçuklu Hanedanı'nın varisi Osmanlı İmparatorluğu
Osman I veya Osman bin Ertuğrul bin Süleyman Şah, MS 1299'da Osmanlı İmparatorluğu'nu kurdu. Osmanlı hanedanının kurucusunun babası ve I. Alaaddin Kikbad'ın ordusunun komutanı olan Ertuğrul, 11. Selçuklu padişahıydı (H. 634-616). Selçuklu hanedanı, MS 1037'den 1194'e kadar Büyük İran, Orta Asya, Kafkaslar ve Anadolu'yu (bugünkü Türkiye) yöneten bir Türk ve Sünni İran imparatorluğuydu.
Selçukluların etki alanı 3.900.000 kilometre karelik alanıyla Ahamenişler'in yıkılmasından sonraki en büyük İran imparatorluğu olmuş ve bu hanedan hem İslam dünyasını yeniden birleştirmekle kalmamış, hem de İran kültüründen güçlü bir şekilde etkilenerek İran-Türk kültürleri arasında bağ oluşmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca bu hanedan, İran kültürünün Anadolu platosuna taşınmasına neden olmuş ve Fars dilinin Arap dilinden kültürel bağımsızlığını geliştirmiştir. Ancak Osmanlı hanedanının kurucusunun babası olan Ertuğrul, I. Aladdin Kiqbad tarafından Bizans Haçlılarına (Doğu Roma) karşı yapılan savaşta gösterdiği cesaret nedeniyle Söğüt (bugünkü Türkiye'de bir şehir) bölgelerini yönetmek üzere atandı.
Selçuklu Sultanı da ona bugünkü Ankara yakınındaki Qerçadağ şehrini hediye etti. Ertuğrul, yaşlılığında Sugot şehrinde komuta bölgesini oğlu Osman Bey'e devretti. Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk padişahı Osman Bey'in iktidara gelmesiyle 14. yüzyılın başlarında Söğüt şehri bu hanedanın ilk başkenti seçildi. Sonuç olarak İranlı ve İranlı olmayan tarihçilerin çoğu, Osmanlı İmparatorluğu'nun aslında Selçuklu Pers İmparatorluğu'nun mirasçısı olduğu ve bugün Türkiye ile hiçbir ilgisinin olmadığı konusunda hemfikirdir.
İkinci bölüm - Osmanlı İmparatorluğu laikliğin değil İslam'ın savunucusu
Ertuğrul'un vefatı ve Söğüt şehrinde defin töreninin ardından 1299 yılında İran asıllı oğlu Osman Bey, Selçuklu devletinin zayıflamasına paralel olarak bu hükümetten bağımsızlığını ilan ederek Kuzeybatı Anadolu'da nüfuzu altındaki krallıkları geliştirip Osmanlı hanedanını kurmuştur.
Yavaş yavaş imparatorluk haline gelen bu hanedan, 14. ve 20. yüzyıllar arasında Güneydoğu Avrupa, Batı Asya ve Kuzey Afrika'nın büyük bir kısmına hakim oldu. 1453 yılında Osmanlılar, Bizans İmparatorluğu'nu topraklarına katmış ve Sultan Muhammed Fatih'in Konstantinopolis'i fethetmesiyle bu şehir, İslam şehri anlamına gelen İslambul adını almış ve Osmanlı başkenti olmuştur. Hıristiyanlığın merkezi olan Konstantinopolis'in fethi, İslam'ın başlangıcından itibaren Müslümanların hayallerinden biriydi ve Osmanlı döneminde fethedilen topraklarda İslam kültür ve medeniyetinin yayılması başladı.
Bu dönemde pek çok cami ve İslami yapı inşa edilmiş, Hıristiyanlar ve Yahudiler İslam hanedanının yönetimi altında güzel bir yaşam sürmüşlerdir. İslambul'un coğrafi konumu nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu altı asır boyunca üç kıta arasında köprü olmuş ve Akdeniz'in birçok bölgesini kontrol edebilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı'nda Almanya ile birleşmiş ve bu savaşta alınan yenilgi bu imparatorluğun topraklarının işgal edilmesine yol açmıştır. Sonunda galip gelen güçler, Sykes-Picot anlaşmasına göre Orta Doğu'daki Osmanlı topraklarını bölüştüler ve Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasının ardından, Anadolu Türkçesi konuşanların isyanı, yaklaşık yüz yıl önce 29 Ekim 1923'te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasına da yol açtı.
Üçüncü bölüm - Osmanlı yönetim tarzına ve ideolojisine karşı Atatürk
Daha sonra Atatürk olarak anılan Mustafa Kamal, 1888 yılında Türkiye'de değil, Yunanistan'ın Selanik kentinde doğdu. İktidara geldikten sonra Türklerin ve Osmanlı İmparatorluğunun geçmiş tarihine ilişkin her şey geçerliliğini yitirmiş ve okul müfredatlarından çıkarılmıştır.
Atatürk, İslamlaşmayı ve laikliği teşvik etmeyi gündeme getirdi, "Hilafet" sistemini kaldırdı, şeriat yargı sistemini kaldırdı ve tüm dini okulları, yani 18.000 öğrencisi olan yaklaşık 479 dini eğitim kurumunu kapattı. Latin alfabesini Türkçe harflerle değiştirmiş, ezan ve ezanların Türkçe okunmasını emretmiş, başörtüsünün keşfedilmesinden sorumlu olmuş, kumarhaneleri ve içki dükkanlarını yaygınlaştırmış, Türk yargısında şeriat sistemi yerine İsveç hukuk sistemini yaygınlaştırmış, halka batılı kıyafet giymeyi zorunlu hale getirmiş ve Osmanlı hükümet tarzına ve ideolojisine tamamen aykırı davranmıştır.
4. Bölüm - Bugünün Türkiye'sinin Osmanlı İmparatorluğu ile hiçbir geçmişi yoktur
Osmanlı hanedanı, İran hanedanının kalbinden doğmuştur ve kurucusu İran asıllı bir Türk'tür. Bu hanedanın kuruluş amacı, başta Bizans olmak üzere Avrupa ülkelerinin israfına karşı koymak ve Hıristiyan topraklarında İslam'ı yaymaktı. Bugün Türkiye, Batı'nın müttefiki, NATO üyesi, laikliğin savunucusu, İslam dünyasının ilk tehlikesi olan İsrail'in dostu ve terör gruplarının desteğiyle Müslüman ülke Suriye'nin işgalcisidir.
Osmanlı Halifeliği, amacını Avrupa ülkelerine karşı güç ve Avrupa kıtasında nüfuz sahibi olmak olarak görürken, Avrupa Birliği'ne üye olmayı arzulayan Türkiye, değerlerini Avrupa standartlarına uyarlamaya çalışıyor.
Türkiye henüz 100 yaşında olmasına rağmen kendisini Türklerin dünyadaki temsilcisi ve ağabeyi olarak görüyor ve "Altı ülke, tek millet" sloganını hayata geçirmeye çalışıyor. Ama Türk ülkeleri bunu göstermiyor. Ankara, Türk Devletleri Teşkilatı üyelerine Kuzey Kıbrıs'ın bağımsızlığını Türk toprağı olarak kabul ettirmek için yoğun çaba harcadı ancak Ankara ile güçlü ilişkileri olan Azerbaycan Cumhuriyeti bile Türkiye'nin bu talebini kabul etmedi.
Türkiye’nin resmi dili İstanbul Türkçesidir ancak bu dilin Kazakça, Özbekçe, Türkmence, Azerice ve Kırgız dilleriyle ilişkisi tamamen bilinmez. Orta Asya ve Kafkaslar’daki Türk kökenli ülkeler arasında Rus dili, Türk diline göre daha üst bir konuma sahiptir ve zirvelerde Rus dilindeki konuşmalar diğer dillere üstün gelmektedir.
*Osmanlıcılık yolunda ilerlemek ulaşılmaz bir hayaldir
Coğrafi süreklilik Türkiye'nin liderliğinin önündeki bir diğer engeldir. Türk Dilleri Teşkilatı'na üye dört ülkeden üçü Orta Asya bölgesinde (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan), Türkiye Küçük Asya'da, Azerbaycan Cumhuriyeti ise Kafkasya'da yer almaktadır. Türkiye'nin Orta Asya'daki tekfirci terör gruplarına verdiği destek, Türkiye'ye olan güvensizliğin örneklerinden biridir.
Sonuç olarak, Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Fidan'ın, tarihin çarpıtılmasıyla birlikte neo-Osmanlıcılık yolunda ilerleme iddiası ulaşılmaz bir hayalden başka bir şey değil. Bu iddiayla Türkiye, kendi halkının topraklarının işgalini ve komşularının toprak bütünlüğünün ihlal edilmesini meşrulaştırırken, Osmanlıcılık düşüncesi de Türk ülkelerinin birliği meselesi gibi imkânsız ve gerçeğe aykırıdır.